18 Ağustos 2022 Perşembe

Bozcaada Gezi Rehberi

Kısıtlı bir zamanda, İstanbul'a öyle çok da uzak olmayan bir tatil düşünüyorsanız Bozcaada doğru adres! Ben Bozcaada'yı öyle sevdim ki, kendine has küçücük bir tatil kasabası oluşu, dinginliğindeki huzuru, rengarenk sokakları ve dillere destan günbatımıyla favorilerime çoktan eklendi bile.

Gitmeden bir gece önce kalacağımız oteli ayarladık, Arcadia Otel. Çarşı tarafında da minik minik bir sürü otel var ama otopark sıkıntısı olabileceğinden biraz merkezden uzak otel seçmeye çalıştık. Uzak dediysem de yürüyerek 10 dakikada merkeze ulaşılabilecek bir konum ve bence kaldığımız otelin yeri adada kalınabilecek en güzel otel konumu. 

Çanakkale - Geyikli'den feribota binmek gerekiyor. Feribot saat 17'ye kadar saat başı, 17'den sonra ise iki saatte bir kalkıyor. Karşıda da aynı şey saat 18 ve sonrası için geçerli. 

Adaya feribotla varırken sizi kocaman bir kale karşılıyor. Bozcaada Kalesi de gezilebilecek yerlerden ama kaleye dışından bakmak daha güzel olduğu için içine girmedik açıkçası. Bunun dışında Rum mahallesinde görülebilecek Meryem Ana Kilisesi ve Yerel Tarih Araştırma Müzesi var. Kilise kapalıydı içine giremedik ama Müze gerçekten görülmeye değer.

Feribottan direkt çarşıya iniyorsunuz. Ortada kocaman bir çınar ağacı var. Çınar ağacının bir tarafı Rum mahallesi, diğer tarafı ise Türk mahallesi. Rum tarafı daha canlı, sıra sıra meyhaneler yerini almış, eski Rum kültürünü, yemeklerini devam ettiriyorlar. Türk mahallesi tarafında ise daha çok konaklama yerleri mevcut. Ama her ki taraf da evleriyle sokaklarıyla bir harika. Kendine has kahveciler, yemekler, mezeleriyle ünlü meyhaneler, kurabiye ve tatlılarıyla ünlü pastane ve kafeler her yerde. Adanın en meşhuru sakızlı ve bademli kurabiye. Neredeyse her köşe başında görebileceğiniz Çiçek Pastanesi'nden veya yine epey köklü olan Veli Dede'den gönül rahatlığıyla alabilirsiniz.

Adada yapılacak belli başlı şeyler var, oraya gidip de yapmadan dönülmeyecek şeyler. En başta gelen günbatımını izlemek tabii ki. Adanın batı yakasında Polente Feneri konumlanmış ve hemen arkasında rüzgargülleri var. Buraya günbatımı izlemeye geliniyor. Hatta artık öyle bir ritüelleşmiş ki herkes şarabını pizzasını kamp sandalyesini alıp öyle geliyor. Tabii ki biz de öyle yaptık. Günbatımı izlenen yerde hiçbir tesis yok hatta tesisi bırakın ışıklandırma bile yok, zaten güneş battıktan sonra da herkes toparlanıp gidiyor, karanlıkta oturmak isteyip de kalan da yok değil illa ki. Hiçbir tesis olmadığından mecbur yiyecek içeceği gitmeden ayarlamak gerekiyor. Adanın meşhur bir tane pizzacısı var; Tayyare Pizza. Telefonla alacağınız saati söyleyerek sipariş verebiliyorsunuz. Biz 19.30'da alırız dedik ve sonrasında günbatımına doğru yol aldık. Günbatımına doğru çok trafik oluyor, park edecek yer bulmak zor gibi şeyler okumuştum ama öyle abartılacak bir trafik yoktu, biraz park sorunu var ama çok da mesele olmadı. Bizim kamp sandalyelerimiz ve masamız olduğu için hemen güzel bir yer bulup kurulduk. Ritüel dedim ya, şarap ve atıştırmalık tabağı satan yerler türemiş çarşı içinde her yerde. Hatta piknik sepeti ve piknik örtüsü de satıyorlar. 

Daha gitmeden ününü duyduğum Vahit'in Yeri'ni es geçmek olmaz tabi. Burası da adanın güney tarafında ve en ünlü plajının hemen yanında yer alıyor. Adada en fazla meze çeşidi burada sanırım ve en lezzetlisi de diyebiliriz belki de. Buraya öyle rağbet var ki yer bulmak çok zor, özellikle akşam yemeği için gidecekseniz kesinlikle önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Biz plajdan sonra bir uğrayıp mezelerin tadına bakmıştık. Gerçekten çok lezzetliydiler. Ayrıca 2020 yılında Bozcaada Caz Festivali’nde çalınmak üzere buraya ithafen yapılmış bir şarkı var, Elif Pıtırlı söylemiş, şarkı gerçekten adanın ruhunu şahane bir şekilde yansıtıyor, adaya gidenler zaten şarkıda geçenleri hatırlayıp adanın ruhunu tekrar yaşayacaktır. Şarkının adı Vahit.

Plaj demişken adanın en ünlü plajı Ayazma Plajı. En geniş ve tesisi, şezlongu ve şemsiyesi olan tek plaj çünkü. İki şezlong ve bir şemsiye 130 tl idi. Plajın arka tarafında büfeler ve restoranlar var. Burada da Koreli Restoran'ı tavsiye edebilirim.

Ayazma'dan başka birçok koy var, Suluçeşme, Habbele, Akvaryum, Ayana, Beylik ve bunların aralarında kalan isimsiz koylar... Bunların neredeyse hepsini görmeye gittik. Akvaryum koyu da çok meşhur ama ben biraz hayal kırıklığına uğradım çünkü çok küçük bir koy ve buna bağlı olarak çok kalabalıktı. Habbele koyu da oldukça taşlıydı. Ama Ayana ve Beylik de dahil olmak üzere arasında kalan bakir koylar çok güzeldi. Tuzburnu, Tekirbahçe, Poyraz Liman ise adanın doğu tarafında kalıyor ve denizi oldukça dalgalıydı. Adanın kuzeyindeki Çayır Plajı'nın da dalgalı olduğunu ve sörf yapıldığını duyduğum için oraya hiç gitmedik. 

Adada mezeleriyle meşhur bir diğer yer de Rum mahallesindeki Sandal Restaurant. Burayı da denedik ve eğer bu bölgedeki restoranlardan birinde oturmayı düşünüyorsanız Sandal'ı tavsiye ederim. 

Adada yetişen üzümler dolayısıyla adanın bir diğer meşhuru da şarapları. Meraklısına bir sürü şarap mekanları ve fabrikaları var. Ağustos'ta başlayıp Eylül'e kadar devam eden bağbozumuna da katılınabiliyor. Bunun için turlar düzenleniyor, sepeti alıp müzik ve eğlence eşliğinde kendiniz bağlardan üzüm toplayabiliyorsunuz. Bağbozumu bizim tam adadan ayrıldığımız günün ertesi günü başlıyordu maalesef bunu deneyimleyemedik.

Adanın şaraplarından, mezelerinden, kurabiyelerinden başka ünlü olan şeyler de reçelleri desek yalan olmaz. Özellikle domates reçeli ve süt reçelini çok övmüşlerdi, ikisini de tattım. Domates reçelinin tadı ayva reçeline, süt reçelinin de sütlü misbon şekerine benziyor. Bir diğer methedilen yiyecek ise patlıcan böreği, bunu da denedim ama anneminkisi daha lezzetli bana göre.

Adada gece hayatı neredeyse hiç yok. Saat 12 oldu mu her yer sessizliğe bürünüyor müzik sesleri kapanıyor. Sadece Ayazma tarafındaki merkeze uzak Manastır Restaurant'ta canlı müzik olduğunu ve eğlenceye devam edildiğini duydum ama oraya gitmeye de fırsatımız olmadı. Bunun haricinde Salhane yine adanın en meşhur mekanlarından birisi, zaman zaman burada da canlı müzik oluyormuş ama biz denk gelmedik. Hiçbir yerde yazmayan ama benim çok sevdiğim bir diğer mekan da Salhane yolu üzerindeki Kedi Tapas & Lounge oldu. Mekan çok küçük ama o kadar kalabalık ki ve içeride piyano çalınıp hep bir ağızdan şarkılar söyleniyor. Çok güzel bir ambiyans vardı ve katılmadan edemedik.

Adadan ayrılacağımız son gün çok güzel bir yemek mekanı keşfettik: Adada Lokanta! Yemekleri enfesti tadına doyamadık, hele ki bir lazanyaları var kelimelerle anlatılmaz. Her zevke hitap edecek türden yemek vardı, lazanyadan mumbar dolmasına kadar düşünün. Lokantanın aşçısı Japonya'da yapılan bir yemek yarışmasında birinci olmuş. Burayı geldiğimiz ilk gün keşfetseydik keşke diye de üzülmedik değil.

Ufak tefek eklenebilecek şeyler dışında Bozcaada işte bu kadar! Biz 3 gece 4 gün kaldık ama gayet yetti. Bir gün daha kalsak başa saracaktık, yani 3 gece kalmak tam tadında diyebilirim. Ada oldukça rüzgarlı bunu söylemeden geçemem. Dolayısıyla denizi soğuk olur diye korktum hep ama öyle aman aman bir soğukluğu yoktu bence. Adada zincir mağazaların hiçbiri yok, tamamen yerli esnaf. Hatta hastane bile yok, toplum sağlığı merkezi var sadece, acil bir durumda ne yapılıyor bilemiyorum. Dönüş yolunda feribot için rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Yoksa 2 km'lik feribot sırasına beklemek zorunda kalabilirsiniz.

Ben Bozcaada'yı çok sevdim. Sakin, huzurlu ve bir yere yetişmeye çalışmadan bir tatil yapmak istiyorsanız kesinlikle Bozcaada'ya gelin pişman olmazsınız. Buraya gelip de sevmeden ayrılan yoktur herhalde. Instagram'da hazırladığım reels'i izleyip fikir edinebilirsiniz. Takip ederseniz ve beğenirseniz de mutlu olurum :) 

25 Haziran 2021 Cuma

Yaşamın Ucuna Yolculuk


“Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnızca bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin medeni durum dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiç bir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. istediğiniz düzeye erişmek o denli kolay ki… Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki. bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum, hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi değer verdiğiniz için. İçgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlenizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı dendim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum.”


Tezer Özlü

28 Mart 2021 Pazar

İstanbul'u Geziyorum

İstanbul'da o kadar çok gezilecek görülecek yer, öğrenilecek şey var ki bir yerden başlamak lazım! İki sene önce yaz tatilinde üç günümüzü İstanbul'u gezmeye ayırmıştık. Birçok yerini gezdik gördük ama görmediğimiz daha çoook yeri vardı tabii ki... Gezmeye, yeni yerleri, yeni kültürleri keşfetmeye bayılırım. Gezip keşfetmeye önce yaşadığımız şehirden başlayalım dedik. Günlerce gezi planı yaptım, rota oluşturdum. İstanbul büyük şehir, bir yerden bir yere gitmek de hiç kolay değil. Plan yaparken gidiş geliş sürelerini, mesafeleri de hesaba katmak gerekiyor. Madem ben bu kadar uğraştım, gezi planı oluşturdum, belki birilerinin de işine yarar diye burada da paylaşmaya karar verdim. Bu yazıyı hazırlamak epey uzun sürdü. Umarım bu emeklerim boşa gitmez ve birilerinin işine yarar. :) 

Eğer şehir dışından günübirlik geliyorsanız, rotadaki yerlerin hepsini gezmeye fırsat bulamayacaksınız. Ama en azından fikir edinmiş olursunuz, belki kendi listenize ekleme çıkarma yaparsınız. Ben üç günlük bir gezi programı hazırladım. Listem öyle kabarık ki, hepsini dolaşmak için üç gün bile yetmedi. Listemdeki  her yere gidemedik maalesef. Hem zaman yetmedi hem de epey yorulduk. Ben yakın civarlarda başka zamanlarda gittiğim yerleri de ekleyeceğim. Bir de bu liste haricinde başlı başına bir gün ayırmak gereken rotalar var -tarihi yarımada gibi- onları da başka yazılarda paylaşmayı düşünüyorum. Unuttuğum ya da atladığım yerler illa ki olmuştur. Lütfen yorumlarda belirtmekten çekinmeyin :)

Birinci Gün

Beylerbeyi Sarayı

Önce çokça zamandır merak ettiğim Beylerbeyi Sarayı'ndan başladık. Beylerbeyi Sarayı, İstanbul'un Üsküdar ilçesinin Beylerbeyi semtinde bulunan ve Sultan Abdülaziz tarafından 1861-1865 yıllarında mimar Sarkis Balyan'a yaptırılan saraydır. Saray hem dıştan hem içten çok güzel ve etkileyiciydi. Denizin kenarında, kesinlikle görülmeye değer bir saray. Sarayı gezerken girişte ücretsiz olarak elektronik bir cihaz alarak sesli rehber hizmetinden faydalanabiliyorsunuz, bence imkan olan her müzede bu sesli rehberlerden yararlanmalısınız, çok faydası oluyor.

Kız Kulesi

Beylerbeyi'nden sonra yine Üsküdar'da bulunan Kız Kulesi'ne geçtik. Kız Kulesi'ni sahilden hep izliyorduk ama ilk kez kendisine gidecektik ve çok heyecanlıydım. Önce sahilde bulunan teknelerle Kız Kulesi'ne gittik. Daha sonra içine girip yukarı çıktık. İçi çok küçüktü. İçinde bir restoran da bulunuyor. Kız Kulesi ile ilgili birçok efsane mevcut. Kuleyi gezerken onları düşündüm, çok etkileyiciydi. Kuleden İstanbul'u seyretmek ise bir başka güzeldi.

Fethi Paşa Korusu

Hem bir orman havası alıp mavi ve yeşile doymak, hem de karınlarımızı doyurmak için Fethi Paşa Korusu'na geçtik. Koruda belediyenin sosyal tesisleri bulunuyor. Bu sosyal tesislerin restoranları hem kaliteli hem de uygun fiyatlı olduğu için sık sık tercih ediyoruz.

Nakkaştepe Millet Bahçesi

Burası belki bir dinlenme alanı ya da piknik yeri olarak algılanabilir ama görsel açıdan eşsiz bir şölen sunmasıyla bence harika bir yer. Sanırım burada gördüğüm manzara İstanbul'un hiçbir yerinde yok. Fotoğraflardan veya videolardan bu güzelliği anlayamazsınız, kesinlikle gidip görmeniz gerekiyor.

Kuzguncuk

Biz Kuzguncuk'a geçtiğimizde hava kararmış akşam olmuştu. Ama Kuzguncuk'a daha önce de gittiğim için önceki gezimden paylaşım yapacağım. Kuzguncuk etrafını koca çınarlar, yalılar ve harika ahşap evlerin süslediği, geleneksel Boğaz yaşamını hissedeceğiniz renkli bir boğaz semti. Zamanında birçok diziye de ev sahipliği yapmış. Ekmek Teknesi, Perihan abla gibi... Refika'nın Mutfağı da yine bu semtte yer alıyor. Sokaklarında gezmek, dolaşmak öyle güzel ki, insanın hiç gidesi gelmiyor. İcadiye caddesinde sıralanmış kafeleri ve restoranları da ayrı bir hava katıyor. Kuzguncuk Bostanı'nı da görmeden olmaz. Burası halkın nefes aldığı, sosyalleştiği, akşamları sinema izledikleri, özel günlerini kutladıkları bir yaşam alanı olmuş.

İkinci Gün

Payidar Galata'da Kahvaltı


İkinci gün karşıya geçtik ve evden erken çıktık, kahvaltıyı da dışarıda edelim dedik. Epey araştırma yaptıktan sonra Galata'da Payidar isimli bir mekanda kahvaltı etmeye karar verdik. Çok mu memnun kaldık? Pek sayılmaz. Özellikle tek kişilik kahvaltı alana tek bardak çay vermeleri bizden eksi puan almalarına sebep oldu. Ama doymadık da diyemem. 

Galata Kulesi

Galata Kulesi'ne gittiyseniz kapısındaki uzuuun sırayı da muhakkak görmüşsünüzdür. Bu kez çıkmaya kararlıydık. Benim ikinci olacaktı. Bir saatte bize sıra geldi sanırım. İnsan sırayı görünce gözü korkuyor ama ortalama bir saatte sıra geliyor, çok da endişelenmeyin. Önce belli bir yere kadar asansör ile çıkılıyor. Daha sonra 1-2 kat kadar da sarmal merdivenlerle yukarı çıkıyorsunuz. Asansörden inilen yerde bir restoran, en tepede de bir kafe bulunuyor. Galata'ya çıkıp enfes İstanbul manzarasını seyre dalmak çok güzel ama bence aşağıdan Galata'yı izlemek daha güzel.

Kamondo Merdivenleri

1850'li yıllarda yapılan merdiven, bölgenin en önemli banker ailelerinden biri olan Kamondo Ailesinden Abraham Salomon Kamondo adına yaptırılmış. Zaten mimari yapısından dolayı dikkatinizi çekmemesi imkansız. Yine fotoğrafı çekilecek mekanlardan biri diyebiliriz.

Salt Galata

Kamondo Merdivenleri'nden Bankalar Caddesi'ne indiğinizde Salt Galata karşınızda kalıyor. Sergi alanları, kafesi ve ücretsiz wi-fi bulunan kütüphanesiyle eski bir banka binasında yer alan sanat merkezini de ziyaret edebilirsiniz. Özellikle fotoğraf çekmeye doyamadığım binası kesinlikle hayran olunası.

Masumlar Apartmanı


Buralara kadar gelmişken Masumlar Apartmanı'nı da görmeden gitmez olmaz. Asmalı Mescit'te Jurnal sokakta yer alıyor kendisi. Bina birçok diziye ve filme ev sahipliği yapmış, Şahsiyet, Kurtuluş Son Durak gibi... Apartmanı merak edenler, seti ve oyuncuları görmek isteyenler uğrayabilirler.

İstanbul Modern

İstanbul Modern'e iki kez Karaköy'deki eski yerindeyken gitmiştim ve bayılmıştım. Daha sonra o bina tadilata girdi ve uzun bir süredir hala tadilatta. Bina tadilattayken İstanbul Modern geçici olarak Galata'da başka bir binaya taşındı. Bu arada İstanbul Modern, Türkiye'nin ilk modern sanat müzesi. 

Santa Maria Draperis Kilisesi

1584 yılında kurulan kilise, İstanbul'un en eski Roma Katolik cemaatlerinden birisiymiş. Geçen hafta İstiklal Caddesi'nde yürürken yeni fark ettim burayı. Fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedim tabii ki.

Pera Müzesi

Yine içinde bulunduğu binasıyla kendine hayran bırakan bir yapı daha. Müze katlarında, çok amaçlı sergi salonları, oditoryum, eğitim odası, Artshop ve Pera Cafe gibi birimler bulunuyor. Tek yerli oryantalist ressam olarak da isimlendirilen Osman Hamdi Bey’in eserleri ve ünlü Kaplumbağa Terbiyecisi tablosu Pera Müzesi’nde sergileniyor.

Salt Beyoğlu

Salt Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde yer alıyor. Altı katlı binasında sergileri, etkinlikleri, sinema, kafe ve mağaza mekânları bulunan bir sanat merkezi.

Fransız Sokağı

Buraya Cezayir Sokağı da diyorlar. Galatasaray Lisesi'nin arkasında kalıyor. Açıkçası internette araştırırken çok methedilen bir yer olduğunu görmüştüm. Ama gidip görünce abartıldığını anladım. Belki de eskiden çok güzel bir yerdi, ama artık öyle olmadığı kesin, yani ben pek sevemedim. Çünkü bana nargile sokaktan farksız geldi açıkçası. Güzel olan tek yanı rengarenk olmasıydı sanırım.

Sent Antuan Kilisesi


İstiklal'e gelip de buraya uğramayan yoktur herhalde. St. Antuan Katolik Kilisesi İstanbul'un en büyük ve cemaati en geniş Katolik Kilisesi'ymiş. 

Yapı Kredi Kültür Sanat

Yayıneviyle, kitabeviyle, araştırma kütüphanesiyle, sergi salonlarıyla, etkinliklerle, atölye çalışmalarıyla bezenmiş bir sanat merkezi. Kitabevinin sol tarafından müze tarafına çıkabiliyorsunuz. 

Akbank Sanat

Çeşitli kültürel organizasyonaları ev sahipliği yapmak amacıyla kurulmuş bir sanat merkezi. Akbank Sanat sergilerden modern dans gösterilerine, konserlerden panellere, çocuk atölyelerinden film gösterimlerine uzanan geniş bir yelpazede birçok farklı etkinliğe ev sahipliği yapıyor.

Aya Triada Kilisesi

Burayı tesadüfen keşfetmiştik. Beyoğlu'nda görülmesi gereken en önemli tarihi yapılar arasında bulunuyor. Gittiğimizde kapı açıktı ve içeri girdik. Meğer içeride ayin varmış. İlk kez bir ayine şahit oldum. Kilisenin mimari yapısına da hayran kalmıştım. 

Üçüncü Gün

Beşiktaş Kahvaltıcılar Sokağı

Bu kez de Beşiktaş'taki kahvaltıcılar sokağında kahvaltı ederek güne başladık. Sokakta baştan sona kahvaltıcılar sıralanmış. En iyisi hangisidir diye epey araştırmıştım ama aslında hepsi birbirine çok yakın. Zaten gittiğinizde o kadar kalabalık olduğunu görünce neresi boşsa oraya oturuyorsunuz.

Dolmabahçe Sarayı

Dolmabahçe Sarayı, başlı başına bir gün ayrılması ve apayrı bir gezi yazısı hazırlanması gereken yerlerden biri. O yüzden çok detaya girmeyeceğim. Beylerbeyi Sarayı, Dolmabahçe Sarayı'nın yanında biraz sönük kaldı diyebilirim. O kadar büyük ve o kadar etkileyiciydi ki... Girişte yine sesli rehber edinirseniz sarayı dolaşmak epey kolaylaşıyor.

Maçka Teleferik

Biraz soluklanmak için Maçka Parkı'na gittiğimizde teleferik levhasını görünce deneyimlemeye karar verdik. Çok kısa bir mesafe üzerine kurulmuş ama ulaşımı epey kolaylaştırıyor. Tabi biz ulaşım için değil zevkine bindik orası ayrı :) Teleferik kabini her tarafı kapalı bir kabindi ve yaz mevsimi olduğu için içeride kalmak ve kokudan bayılmamak bir hayli zordu. Yine de güzel bir deneyimdi, en son Uludağ'da teleferiğe binmiştim.

Akaretler

Akaretler, bir diğer deyişle “Sıra evler” 1870’lerde Dolmabahçe Sarayını da inşa eden ünlü mimar Sarkis Balyan tarafından, Dolmabahçe Sarayının yapımında çalışan işçiler için yapılmış evlerden oluşuyor. Evler daha sonra sarayın muhafızları ve ağaları tarafından ikamet edilen yerler olmuş. Şimdiyse burada oteller, kafeler, restoranlar bulunmakta. Mimarisi ve akşam ışıklandırması görülmeye değer yerlerden biri. Mendel's Chocolatier ve Mathilda Profiterol'ü denemenizi öneririm.

Bizim üç günlük gezimiz burada sona eriyor. Ama İstanbul gez gez bitmez. Daha önceden gidip gezdiğim birçok yer de var, hala daha gidip göremediğim yerler de... Zaman zaman hem güncel hem de eski gezilerimi bu başlık altında paylaşacağım. Görüşmek üzere! 🙋🏻‍♀️

15 Mart 2021 Pazartesi

Postcrossing Nedir ve Nasıl Kullanılır? Kartpostal Nasıl Hazırlanır ve gönderilir?


Postcrossing.com kartpostal alıp göndermek amacıyla kurulmuş bir site. Siteye kendi adresimizi açık bir şekilde yazarak kayıt oluyoruz. Kayıt olduktan sonra site bize 5 adet kartpostal gönderme hakkı veriyor. Bir tane "send a postcard" butonu var ve bu butona tıklayınca siteye üye olan, dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan rastgele bir kullanıcının adresi bize veriliyor. Fakat bu kullanıcının adresinin bize çıktığından o kullanıcının kesinlikle haberi olmuyor. İlk seferde verilen bu 5 kartpostal hakkını aynı anda kullanabiliriz. Böylece 5 farklı adrese kartpostal gönderebiliyoruz. Bu arada üye olurken yurtiçinden kartpostal alınsın mı ve aynı anda aynı ülkeye kartpostal gönderilsin mi gibi seçenekler var. Ben bu iki seçeneği de aktifleştirmedim. Çünkü sadece yurtdışından kartpostal alıp/göndermek istiyorum. Gönderdiğim kartpostalların da hepsinin ayrı ülkelere gitmesini istiyorum.


Bize çıkan rastgele adreslerin yanında aynı zamanda bir kod da veriliyor. Buna postcard ID deniyor. Bu kod çok önemli. Bu kodu kartpostalda silinmeyecek, açık, okunabilir bir şekilde yazıyoruz ki kartımız karşı tarafa ulaşınca kart attığımız kişi bu kodu alıp sitede ilgili bölüme girebilsin. Eğer bu kodu karşı taraf siteye girmezse, site bizim kartı göndermediğimizi varsayacaktır. Adres ve postcard ID aynı zamanda mail adresimize de gönderiliyor. Adres çıkınca kartı göndereceğimiz kişinin profilini de görebiliyoruz. Profilinde genellikle herkes kendisi hakkında bilgi veriyor. O bilgilerden yararlanarak (neleri sevip sevmediği gibi) ona göre bir kart gönderebiliriz. Ya da bazıları zarf içinde kartpostal istiyor (evet kartpostallar normalde zarfsız gönderiliyor, en başta bana tuhaf gelmişti çünkü zarfsızken yolda yıpranır diye düşünüyordum hep ama sonradan zarfsız olmasını sevmeye başladım, kartlardaki yıpranmışlık o yaşanmışlığı ve zorlu yollardan geçip geldiğini anlatıyor sanki), pullu ve yazılı ya da yazılı olmayan kartpostal isteyenler de oluyor.


Öncelikle işe kartpostal satın alarak başlıyoruz. Ben kartpostallarımı genelde kırtasiyelerden, hediyelik eşya dükkanlarından ya da müze gibi yerlerden aldım. Ama en sevdiğim kartpostallarımı herhalde Kadıköy'deki Shoko'dan almışımdır, hem kaliteli hem de çok uygun fiyatlılardı.

Ben kartpostal yazmaya başlamadan önce pulları yapıştırıyorum ki yazılar ve süslemeler daha sonradan pul ile kapanmasın. Pulları filateli.com'dan alabilir ya da postaneye gittiğinizde görevliden istiyebilirsiniz. Yurtdışına kartpostal göndermenin ücreti en son 4 tl idi, ücrette değişiklik olabilir. Kartpostal gönderirken sadece pula ücret ödeyip, üstüne yapıştırıp postane görevlisine teslim ediyoruz ve işlem tamamlanıyor. Önceden aldığınız pulları evde yapıştırıp da gittiğinizde ise ayrıca bir ücret ödemeden postaneye gidip görevliye teslim edebilirsiniz.

Kartpostal yazarken genelde kendimle ilgili genel şeylerden; adım, nerede yaşadığım, yaşım, işim ve birkaç hobimden kısaca bahsediyorum. Belki de bazen bir şarkı tavsiyesi ekliyorum. Çeşitli bantlar ve stickerlarla süsleyerek kartpostalımı hazır hale getiriyorum. En son yapılacak şey ise PTT'ye gidip kartı göndermek oluyor.


Artık bundan sonra yapılacak tek şey beklemek. Kartlarımız gönderdiğimiz kişiye ulaştığında bize, alan kişinin teşekkür mesajıyla birlikte mail geliyor. Kartı gönderdiğimiz kişi yukarıda da bahsettiğim postcard ID denen kod numarasını sisteme giriyor ve bizim profilimizi görüyor. Eğer bu numarayı yazmazsak kartımız ulaşır ama bizden geldiği bilinmez. Sisteme kaydedilmez ve sitenin bundan haberi olmaz. Bizim adresimizi de başka kullanıcılara çıkarmaz. Dolayısıyla kartı bizim gönderdiğimiz gözükmeyince karşılığında kart alamayız. Her bir gönderdiğimiz kart alıcısına ulaştığında bizim adresimiz de başka bir kullanıcıya daha çıkıyor. Ama kart posta kutumuza gelene kadar bizim bundan asla haberimiz olmuyor. Aslında dev bir sürpriz sitesi diyebiliriz buraya belki de :) Sistemden gönderdiğiniz her 1 kart karşılığında 1 kart alıyorsunuz. Belirli limitleri aştıktan sonra gönderebileceğiniz kart sayısı da yükseliyor.

Gönderdiğimiz kartlardan yerine ulaşmayanlar da elbette ki oluyor. Site bu gibi ulaşmama, kaybolma ya da kodu doğru girememe gibi durumlar için limit olarak 60 gün süre koymuş. 60 gün içinde ulaşmazsa site o kartı süresi dolmuş olarak gösteriyor. Bir kart süresi dolduğunda yeni bir kart göndermek için tekrar adres alma hakkımız oluyor. Kartın ulaşma süresi uzun olabilir, gönderdiğimiz kart 60 günden daha uzun sürede ulaşabilir ama kart süresi dolsa bile alan üye sisteme kartı kaydedebilir. Yani kartın süresinin dolması bizim ve karşıdaki üyenin daha fazla beklemesini önlemek için alınmış bir önlem aslında. Hem biz tekrar kart alabiliyoruz hem de alacak olan üyenin adresi o kart yerine bir kart alabilmesi için başka bir üyeye veriliyor. Gönderdiğimiz kart kaybolabilir ya da kartı gönderdiğimiz üye postcrossing’i bırakabilir. Eğer kartın süresi dolar ve 365 gün içinde sisteme kaydedilmezse siteden silinir. 365 günden sonra kartımız siteye kaydedilemez.


Bize bir kartpostal geldiğinde ve üzerinde postcard ID görmüşsek eğer yapmamız gereken, hemen siteye girip "register a postcard" butonuna tıklamak. Bize gelen kartta yazan ID kodunu ekranda çıkan bölüme girerek kartı siteye kaydedeceğiz. Aynı zamanda kartı gönderen kişiye de bir teşekkür mesajı yazmalıyız. İşte bu kadar!


Postcrossing'ten gelen sürpriz kartpostallar beni her zaman çok heyecanlandırıyor. Yıllardır severek yaptığım ve uzun yıllar boyunca da devam etmeyi düşündüğüm bir uğraş. Elimde dünyanın dört bir yanından gelen birçok kartpostaldan bir koleksiyon oluştu, hedefim bu koleksiyonu daha da genişletmek. :)

Elimden geldiğince anlatmaya çalıştım, umarım faydasını görürsünüz. Yine de aklınıza takılan bir şey olursa lütfen yorum bırakmaktan çekinmeyin, seve seve cevaplarım. :)

Happy Postcrossing! :)

1 Mart 2021 Pazartesi

Marteniçkalarınızı Taktınız Mı? Marteniçka Nedir ve Nasıl Yapılır?


Bugün 1 Mart! Marteniçkalarınızı taktınız mı? Ben önce bilekliğimi hazırladım, dileğimi diledim, sonra da bileğime taktım. Peki nedir bu marteniçka?

Yüzyıllardır süren Bulgar geleneğinde 1 Mart'ta kırmızı ve beyaz iplerden yapılan süslemeler, figürler ve bileklikler ile bahar karşılanıyor. Marteniçka, mart ayı boyunca bileklere takılan bilekliklere ve çeşitli süslemelere verilen isimdir.

1 Mart'ta kırmızı ve beyaz iplerle hazırlanmış bu bileklikler ve süsler iyilik, sağlık, bereket dilekleriyle bileklere bağlanıyor ve Mart ayı boyunca bileklerde kalıyor. Mart ayında senenin ilk leyleği görüldüğü zaman bileklerden çıkarılıp meyve veren bir ağaca bağlanıyor. Mart ayında leylek görülürse marteniçka takılırken dilenen dileklerin gerçekleşeceğine inanılıyor. Marteniçkalarda kullanılan beyaz renk uzun ömrü, kırmızı renk ise sağlık ve gücü temsil ediyor. Marteniçkalar el yapımıdır, asla satın alınamaz, yalnızca hediye edilebilir, bir dilekle bileğe bağlanır.


Bileklik yapımına gelecek olursak eğer, bileğinizin kalınlığına göre, orta kalınlıktaki kırmızı ve beyaz ipten uygun uzunlukta kesin. Ben kırmızı ve beyaz yün ipi kullandım. Daha sonra sonra kırmızı ve beyaz ipin uçlarını birbirine bağlayın. Düğüm noktası ortada kalacak şekilde bir elinize kırmızı ipin ucunu diğer elinize de beyaz ipin ucunu alın. Kırmızı ipin ucunu masaya bantlayın ki sabit kalsın. Beyaz ipin ucunu saat yönünde çevirmeye başlayın. Bu işlemi yaparken ip gergin olmalı. İpi yeterince çevirdikten sonra ipin ucunu bırakın. Kırmızı ve beyaz ipin birbirine dolandığını göreceksiniz. Son aşama olarak bu uca da bir düğü atın ve bilekliğiniz hazır! Ucuna nazar boncuğu, inciler, renk renk boncuklar, süsler, figürler ya da benim gibi mavi bir boncuk takın. Hiçbir şey takmayıp bileğimize bir düğüm atarak da takabilirsiniz.

Bulgar geleneğinde baharın gelişi münasebetiyle geleneksel Baba Marta (Marta Nine) günleri başlar. Bu bayram Bulgarcada “Çestita Baba Marta!” şeklinde kutlanır. Çok eskilere dayanan Baba Marta, Bulgaristan'a has bir gelenektir. Eski bir Bulgar geleneği olarak bilinse de Marteniçka, tüm Balkan coğrafyasında bilinen hatta Türkiye'de de Balkan göçmenleri sebebiyle her sene kutlanan bir bahar ritüelidir.

Benim dede tarafım da Bulgar göçmeni olduğundan, marteniçka yapıp takmayı ve sevdiklerime hediye etmeyi çok seviyorum. Sizlerden de bu geleneği takip eden var mı? Varsa şimdiden bilekliklerinizi merak ettim. Yorumlarda görüşelim! 🌸